BİR ZAMANLAR
EKMEK KAPISI VE EĞLENCE YERİMİZDİ İSTASYON
Dinarda çocukluk ve gençliğe ilk adımlarımızın atıldığı ekmek kapısı ve gezinme mahalliydi istasyon gar’ımız. Bir günde sabahın ilk saatlerinde İzmir ve akşam da Ankara, İstanbul’a giden trenin gelmesine saatler kala bayram yerini andıran istasyon tek eğlence yerimizdi. O yıllarda televizyon yok, bilgisayar yok, radyoyu bile çok az evde, umuma ait bazı yerde dinleyebiliyorduk. İstasyona gezmeye gelenler yolculuk yapacaklardan fazla olurdu. Köfte ekmek, kaynaymış yumurta, içme suyu, mevsimine göre meyve satanların sesleri birbirine karışırdı. İkinci dünya harbinin sona erdiği fakat yokluk, sıkıntı çektiğimiz açı yıllar. Ekmeğin karneyle olduğu, şeker yerine siyah üzümle çay içtiğimiz, insanların kıt kanaat geçindiği yıllar. Menderes nehrinin suyu çok sık taştığından Salı pazarının olduğu kısımlardan aşağı saz mevkisine kadar olan kısmın sağı ve solu bataklık sivrisinek yuvası olduğu yıllar. Belediye başkanı Ali veziroğlu bu yerleri kurutmak için her vatandaşı iki gün bataklık kurutma işinde çalıştırıyordu, parası olanlar da çalışma yerine iki günlük yevmiye parası veriyorlardı. Sivrisineğin taşıdığı hastalık sıtma birçok insanımızın ölümüne sebep olduğu açı yıllardı. Tek ilacımız kinindi tabi bulabilirseniz. Giyim kuşam çok pahalı ve zor bulunurdu, köyde çarık giyilir, ayakkabı giyenler de pençe üstüne pençe yaptırıp bir ayakkabı yıllarca giyilirdi.
Bir elbisenin uzun seneler üstümüzde parçalanıp, yamalı yamalı giyildiği, eskiyen pantolon dizlerine “süvarilik” (o yılların terzileri tarafından pantolon dizlerine yapılan bir nevi büyük yama) yaptırıldığı zamanlar, Her eli iş tutanın mutlaka çalışması, eve ekmek getirmesinin şart olduğu yıllar, hem okula gidip hem de tarlada veya babası esnafsa dükkânda, fakir, yetim olanlarında kahvehaneleri dolaşarak sepetlerde mandalina, portakal satarak veya bir esnafın yanında gündelikçi çırak olarak evlerinin iaşelerini temin eden, katkıda bulunan ve gençliğe adım atma aşamasındaki birçok tanıdığım arkadaşlarımın mücadele ettiği yıllar. Kışların çok sert geçtiği ve kar yağdığı zaman aylarca kalkmadığı ,Nüfusun çoğunluğu fakir ,işsiz olduğu yakacak odun bulamayıp tezek,çalı yakarak ailesini ısırtmaya çalışan fedakar aile bireylerinin soğukla mücadele ettiği yıllar. Yaz aylarında ayakkabıların eskimemesi için yalın ayak gezinildiği zamanlar gözlerimin önünden bu yazıyı kaleme aldığımda film gibi geçti.
Bu olumsuzluklara karşı İlçe’de yaşayanların en çok hoşlandıkları, gezmek için gittikleri yer TREN İSTASYONUYDU. Yolcular, inenler binenler, daha çok gezmeye gelenlerle büyük bir kalabalık göze çarpardı. Özellikle büyük şehirlere gidecek olanlar otobüsten çok treni tercih ederlerdi, daha doğrusu pek otobüste bulunmazdı gidilecek büyük şehirlere. O yıllarda Dinarda çok az sayıda araba vardı o da ticari taksilerdi.
Dinar’ın en hareketli ve renkli yeri tren istasyonuydu. Dinar istasyonunda tren su alması için bazen yirmi dakikadan fazla kalırdı. Bu zaman içerisinde İçme suyu satan çocuklar, haşlanmış yumurta, köfte ekmek, meyve, elma şekeri gibi yiyecekleri satan satıcılarla dolar taşardı. Trene yolcu olarak gelenlerden çok gezmeye gelenler daha fazla olurdu, tren gelinceye kadar bir aşağı bir yukarı istasyonu guruplar halinde adımlarlardı. Tren gelince ortalık daha da hareketlenir inenler, binenler, gezinenler birbirlerine karışırdı. O yıllarda trenlerde yiyecek içecek bulunmadığı için Yolcular bilirlerdi Dinarda karınlarını doyurup içme suyunu bile bu istasyonda temin edeceklerini, bu yüzden bazı yolcular trenden iner inmez satıcılara koşar ihtiyaçlarını hemen alıp tren kalkmadan kompartımana girmeyi yeğlerlerdi. Bu arada onlarca satıcıların sesleri, müşterilerin bağırılmaları görülmeye değer olaylar yaşanırdı. Tren hareket edip gittikten sonra gelen yolcular eşyalarıyla birlikte istasyondan çarşı merkezine veya evlerine kadar payton ve tek atlı arabalarla taşınırdı. Gezmeye gelenlerde yine gezinerek arkadaş topluluklarıyla birlikte şehre doğru ilerlerken, Evlerinin iaşelerini temin etmek amacıyla trene satışa gelen tanıdık arkadaşlarının elde kalan yiyecekleri varsa onları ya aralarında para toplayıp veya maddi durumu iyi olan bir arkadaşı tarafından bir katkı olması amacıyla satın alınır ve orada ayaküstü yenirdi. Maksat o üç beş fakir satıcı arkadaşlarının kalan malını almakla kendilerine ayak uydurabilmesi, bir nebze olsun onları kırmadan maddi yönden katkıda bulunulması amaçlanırdı.
Aşağı yukarı altı bin nüfuslu bir ilçede herkes birbirini tanıdığı için bizim kuşakta içimizde fabrikatör, maddi durumu çok iyi olanlar olduğu kadar, çok fakir, yetim her bir şeye ihtiyacı olan arkadaşlarımızla bir arada yaşadık, futbol oynadık, düğününe gittik, cenazesinde bulunduk, maddi manevi birbirimize kucak aştık, olan giyeceğini fazla eşyasını bile olmayana verdi, birbirimizi kırmadan incitmeden bir arada yaşadık ve şükürler olsun bu günlere gelebildik. O yokluk ve sıkıntılar içinde hem çalışıp hem de okuyanlar hepside birer iş adamı, sanatkâr veya mevki sahibi başarılı memur olarak hayatlarını sürdürmüşlerdi. O yokluk ve sıkıntılı günlerde tren istasyonu bizlerin hem geçim kaynağı hem de vakit geçirdiğimiz tek eğlence, buluşma yerimizdi. O günleri yaşayanların istasyonda geçmiş mutlaka bir açı, tatlı anısı vardır. Şu anda Dinarda bu yukarda saydıklarımı yaşayanlar o kadar az ki iki elin parmakları kadar çıkmaz sanırım. Çoğunluk göçtü gittiler, yarısı depremden sonra başka şehirlere, yarısı da ahrete intikal ettiler. Ölenlere rahmet,Yaşayanlara sağlıklı yıllar dilerim.
SAYGILARIMLA. 05326675701
EKMEK KAPISI VE EĞLENCE YERİMİZDİ İSTASYON
Dinarda çocukluk ve gençliğe ilk adımlarımızın atıldığı ekmek kapısı ve gezinme mahalliydi istasyon gar’ımız. Bir günde sabahın ilk saatlerinde İzmir ve akşam da Ankara, İstanbul’a giden trenin gelmesine saatler kala bayram yerini andıran istasyon tek eğlence yerimizdi. O yıllarda televizyon yok, bilgisayar yok, radyoyu bile çok az evde, umuma ait bazı yerde dinleyebiliyorduk. İstasyona gezmeye gelenler yolculuk yapacaklardan fazla olurdu. Köfte ekmek, kaynaymış yumurta, içme suyu, mevsimine göre meyve satanların sesleri birbirine karışırdı. İkinci dünya harbinin sona erdiği fakat yokluk, sıkıntı çektiğimiz açı yıllar. Ekmeğin karneyle olduğu, şeker yerine siyah üzümle çay içtiğimiz, insanların kıt kanaat geçindiği yıllar. Menderes nehrinin suyu çok sık taştığından Salı pazarının olduğu kısımlardan aşağı saz mevkisine kadar olan kısmın sağı ve solu bataklık sivrisinek yuvası olduğu yıllar. Belediye başkanı Ali veziroğlu bu yerleri kurutmak için her vatandaşı iki gün bataklık kurutma işinde çalıştırıyordu, parası olanlar da çalışma yerine iki günlük yevmiye parası veriyorlardı. Sivrisineğin taşıdığı hastalık sıtma birçok insanımızın ölümüne sebep olduğu açı yıllardı. Tek ilacımız kinindi tabi bulabilirseniz. Giyim kuşam çok pahalı ve zor bulunurdu, köyde çarık giyilir, ayakkabı giyenler de pençe üstüne pençe yaptırıp bir ayakkabı yıllarca giyilirdi.
Bir elbisenin uzun seneler üstümüzde parçalanıp, yamalı yamalı giyildiği, eskiyen pantolon dizlerine “süvarilik” (o yılların terzileri tarafından pantolon dizlerine yapılan bir nevi büyük yama) yaptırıldığı zamanlar, Her eli iş tutanın mutlaka çalışması, eve ekmek getirmesinin şart olduğu yıllar, hem okula gidip hem de tarlada veya babası esnafsa dükkânda, fakir, yetim olanlarında kahvehaneleri dolaşarak sepetlerde mandalina, portakal satarak veya bir esnafın yanında gündelikçi çırak olarak evlerinin iaşelerini temin eden, katkıda bulunan ve gençliğe adım atma aşamasındaki birçok tanıdığım arkadaşlarımın mücadele ettiği yıllar. Kışların çok sert geçtiği ve kar yağdığı zaman aylarca kalkmadığı ,Nüfusun çoğunluğu fakir ,işsiz olduğu yakacak odun bulamayıp tezek,çalı yakarak ailesini ısırtmaya çalışan fedakar aile bireylerinin soğukla mücadele ettiği yıllar. Yaz aylarında ayakkabıların eskimemesi için yalın ayak gezinildiği zamanlar gözlerimin önünden bu yazıyı kaleme aldığımda film gibi geçti.
Bu olumsuzluklara karşı İlçe’de yaşayanların en çok hoşlandıkları, gezmek için gittikleri yer TREN İSTASYONUYDU. Yolcular, inenler binenler, daha çok gezmeye gelenlerle büyük bir kalabalık göze çarpardı. Özellikle büyük şehirlere gidecek olanlar otobüsten çok treni tercih ederlerdi, daha doğrusu pek otobüste bulunmazdı gidilecek büyük şehirlere. O yıllarda Dinarda çok az sayıda araba vardı o da ticari taksilerdi.
Dinar’ın en hareketli ve renkli yeri tren istasyonuydu. Dinar istasyonunda tren su alması için bazen yirmi dakikadan fazla kalırdı. Bu zaman içerisinde İçme suyu satan çocuklar, haşlanmış yumurta, köfte ekmek, meyve, elma şekeri gibi yiyecekleri satan satıcılarla dolar taşardı. Trene yolcu olarak gelenlerden çok gezmeye gelenler daha fazla olurdu, tren gelinceye kadar bir aşağı bir yukarı istasyonu guruplar halinde adımlarlardı. Tren gelince ortalık daha da hareketlenir inenler, binenler, gezinenler birbirlerine karışırdı. O yıllarda trenlerde yiyecek içecek bulunmadığı için Yolcular bilirlerdi Dinarda karınlarını doyurup içme suyunu bile bu istasyonda temin edeceklerini, bu yüzden bazı yolcular trenden iner inmez satıcılara koşar ihtiyaçlarını hemen alıp tren kalkmadan kompartımana girmeyi yeğlerlerdi. Bu arada onlarca satıcıların sesleri, müşterilerin bağırılmaları görülmeye değer olaylar yaşanırdı. Tren hareket edip gittikten sonra gelen yolcular eşyalarıyla birlikte istasyondan çarşı merkezine veya evlerine kadar payton ve tek atlı arabalarla taşınırdı. Gezmeye gelenlerde yine gezinerek arkadaş topluluklarıyla birlikte şehre doğru ilerlerken, Evlerinin iaşelerini temin etmek amacıyla trene satışa gelen tanıdık arkadaşlarının elde kalan yiyecekleri varsa onları ya aralarında para toplayıp veya maddi durumu iyi olan bir arkadaşı tarafından bir katkı olması amacıyla satın alınır ve orada ayaküstü yenirdi. Maksat o üç beş fakir satıcı arkadaşlarının kalan malını almakla kendilerine ayak uydurabilmesi, bir nebze olsun onları kırmadan maddi yönden katkıda bulunulması amaçlanırdı.
Aşağı yukarı altı bin nüfuslu bir ilçede herkes birbirini tanıdığı için bizim kuşakta içimizde fabrikatör, maddi durumu çok iyi olanlar olduğu kadar, çok fakir, yetim her bir şeye ihtiyacı olan arkadaşlarımızla bir arada yaşadık, futbol oynadık, düğününe gittik, cenazesinde bulunduk, maddi manevi birbirimize kucak aştık, olan giyeceğini fazla eşyasını bile olmayana verdi, birbirimizi kırmadan incitmeden bir arada yaşadık ve şükürler olsun bu günlere gelebildik. O yokluk ve sıkıntılar içinde hem çalışıp hem de okuyanlar hepside birer iş adamı, sanatkâr veya mevki sahibi başarılı memur olarak hayatlarını sürdürmüşlerdi. O yokluk ve sıkıntılı günlerde tren istasyonu bizlerin hem geçim kaynağı hem de vakit geçirdiğimiz tek eğlence, buluşma yerimizdi. O günleri yaşayanların istasyonda geçmiş mutlaka bir açı, tatlı anısı vardır. Şu anda Dinarda bu yukarda saydıklarımı yaşayanlar o kadar az ki iki elin parmakları kadar çıkmaz sanırım. Çoğunluk göçtü gittiler, yarısı depremden sonra başka şehirlere, yarısı da ahrete intikal ettiler. Ölenlere rahmet,Yaşayanlara sağlıklı yıllar dilerim.
SAYGILARIMLA. 05326675701